İsrâ Suresi 1. ayet ve Necm Suresi 8 – 15. ayetler miraçtan bahseden ayetlerdir. Bu yazımızda ayet ve hadislerle miraç konusunu anlamaya çalışacağız:
İsrâ Suresi 1. ayette Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir.”
Bu ayetin tefsirini kısaca Fizilal-il Kur-an’dan okuyalım, Seyyid Kutub ne kadar da önemli bir noktaya değinmiş miraç konusunun özetini bu ayetle tefsir etmiştir.
“Sure Allah’ın eksik sıfatlardan uzak tutulması ile başlıyor. Bu başlangıç İsrâ’nın yumuşak, sakin havasına uyum sağlayan psikolojik bir harekettir. Bu aydınlık ufuk da kul ile Allah arasındaki en uygun bağdır.
Ayette, özellikle kulluk özelliğine dikkat çekiyor: Kulu Muhammed’i… Ulaştıran Allah…
Amaç, İsrâ ve insanların ulaşmadığı derecelere yükseliş makamında bu sıfat pekiştirilsin ve yerleştirilsin. Peygamberin bu sıfatı unutulmasın. İlahlık makamı ile kulluk makamı karışmasın. Nitekim Hz. İsa’dan sonra, doğumu ve vefatına ilişkin birtakım gizemler ve kendisine verilen birtakım mucizeler nedeniyle Hristiyanlık inancında ilahlık ve kulluk makamları karışmıştı. Nitekim insanların bazıları Hz. İsa’ya verilen bu mucizeleri, kulluk makamı ile, ilahlık makamını karıştırmak için birer gerekçe olarak görmüşlerdir… İşte burada kulluk sıfatına dikkat çekilmesi İslâm inancının sadeliğini, berraklığını garanti etmiş ve yüce Allah’ın zatının yakından veya uzaktan ortak koşma veya varlıklara benzerlik gibi şaibelerden arındırılmasını sağlamıştır.
“İsrâ” kavramı “Sery” kökünden türemiştir. Gece yürüyüşü demektir. “Esra” ifadesi beraberinde zamanını da göstermektedir. Ayrıca zamanını belirtmeye gerek yoktu. Buna rağmen Kur’an-ı Kerim’in metoduna uygun olarak tasvir ve gölgelendirme amacıyla ayette “gece” sözcüğüne yer verilmiştir. “Kulu Muhammed’i, bir gece Mescidi Haram’dan (Kabe’den) yola çıkararàk, kendisine bazı mucizelerimizi, olağanüstülüklerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescidi Aksa’ya (Kudüs’e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıklardan uzaktır.”
Böylece İsrâ’nın o güzelim hareketi ve ardarda gelen seyri insanın ruhuna dikte edilirken gecenin sakin gölgesi sergilenmekte ve insan ruhunu kuşatan sakin havası daha canlı biçimde teneffüs ettirilmektedir.
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yapılan bu yolculuk her şeyden haberi olan, her şeyi en güzel şekilde düzenleyen yüce Allah’ın yapılmasını istediği bir yolculuktur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den -selâm her ikisinin de üzerine olsun- peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e -salât ve selâm üzerine olsun- kadarki, tevhid inançlarının en büyük halkalarını birbirine bağlıyor. Bütün tevhide dayalı dinlerin kutsal saydıkları yerleri birbirine bağlıyor. Sanki bu hayret verici yolculuk ile son peygamberin kendisinden önceki tüm peygamberlerin kutsal değerlerine sahip çıktığı, onun peygamberliğinin bu kutsal değerlerin hepsini kuşattığı ve peygamberliğinin bu kutsal değerlerin hepsiyle ilgisi olduğu duyurulmak isteniyor. Bu, zaman ve mekân sınırlarının çok ötesine uzanan, zaman ve mekânın ufuklarından ve boyutlarından daha geniş bir alanı kapsayan, ayrıca ilk bakışta ortaya çıkan yakın anlamlardan daha büyük manâlar ifade eden bir yolculuktur.
Mescid-i Aksa’nın “Çevresini kutsal kıldığımız” şeklinde nitelendirilmesi, mescidin bütünüyle bereketle kuşatıldığını, onun çevresine taştığını sergileyen bir nitelendirmedir. Bu ifadenin yerine “Onu mübarek kıldık” veya “İçine bereket yağdırdık” gibi ifadelerin doğrudan kullanılması bu anlamı veremezdi. Bu da Kur’an’ın hayret uyandıran ifade inceliklerinden birisidir.
İsrâ beraberinde başka mucizelerin de bulunduğu bir mucizedir. “Ona ayetlerimizi gösterelim diye.”
Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- şekli ve keyfiyeti ne şekilde olursa olsun yatağının soğumayacağı kadar kısa bir zaman diliminde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya hayret verici bir şekilde götürülüp-getirilmesi… Allah’ın mucizelerinden biridir. İnsanın kalbini bu evrendeki hayret verici ufuklara açmaktadır
“O her şeyi işiten ve her şeyi görendir.”
Kulaklara ve gözlere görünmeyen bütün sırları ve gizlilikleri sessizliklerine ve inceliklerine rağmen görür ve işitir.
Surenin ilk ayetinde önce Allah tesbih ediliyor “Kulu Muhammed’i bir gece, yola çıkaran Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.” Ardından bu ifade tarzı değişiyor ve yüce Allah’ın yaptığı bir açıklama yeralıyor: “Kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye.”
Sonra da yüce Allah’ın nitelikleri sunuluyor:
“O her şeyi işiten ve her şeyi görendir.”
İfadedeki ince anlamların duyarlı ve hassas bir ölçü ile ortaya konmasına uygun düşsün diye böyle yapılıyor. Allah’ı noksan sıfatlardan arındırma direk yüce Allah’a yükseliyor. İsrâ olayının amacının bildirilmesi de yine bizzat yüce Allah tarafından bildiriliyor. İşitme ve görme sıfatları da yüce Allah’ın zatı için kesin bir haber biçimi de sunuluyor. Sadece bir ayette bu üç ayrı ifadenin biraraya gelmesi, ayette verilmek istenen mesajın tüm inceliklerine varıncaya kadar eksiksiz biçimde yer alması içindir.
Necm Suresi‘nin 5 – 18. ayetleri de miraçtan bahseder;
5, 6, 7. (Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî suretine girip) doğruldu.
- Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
- (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar yahut daha az oldu.
- Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
- Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
- (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
- Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
- Sidretü’l Müntehâ’nın yanında.
- Me’va cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
Bu ayetlerin tefsirini de Fizilal-il Kur-an’dan okuyalım:
“Muhammed, – salât ve selâm üzerine olsun – Cebrail’i gözleri ile gördü, kesinlikle tanıdı ve gönül gözü ile kavradı ki, o vahyin taşıyıcısı olan bir melektir, yüce Allah’ın kendisine gönderdiği bir elçidir; gelişinin sebebi ilahi mesajı Peygamberimize öğretmekti, Peygamberimiz de ondan öğrendiklerini insanlara duyurmakla yükümlü idi. Kalp güvendi ve gönül kesin inanca kavuştu, “görme” olayı Miraç gecesi meydana gelmişti.
“Sidret” sözcüğü “bir tür ağaç” anlamına gelir. Bu ağacın “en uçtaki ağaç” olması demek, bu ağacın varılabilecek son noktada olması demektir. Ayetin verdiği bilgiye göre bu ağacın yanı başında “Me’va” cenneti vardır. Acaba bu uç nokta, miraç yolculuğunun son noktası mıdır, yoksa bu nokta Peygamberimiz ile Cebrail’in beraberliklerinin bitiş noktasıdır da Cebrail bu noktada durduktan sonra Peygamberimiz tek başına yolculuğuna devam ederek Rabbinin Arş’ının daha yakınlarına mı yükselmiştir?
Bunlar tümü ile sadece yüce Allah’ın bilgisine açık “gayb” konularıdır. Yüce Allah’ın seçkin kulu Hz. Muhammed’e -salât ve selâm üzerine olsun- açtığı bu konulara ilişkin bize gelen bilgi sadece bu kadardır.
Bu olayların nasıl olduklarını kavramak bizim gücümüzün dışındadır. İnsanoğlunun bu olayları kavrayabilmesi için insanların ve meleklerin yaratıcısı olan, insanın ve meleklerin ayırıcı niteliklerini bilen yüce Allah’ın dilediğinin bu yolda olması gerekir.
Ortada kuşkulu bir yanı olmayan, açık ve kesin bir “görme” olayı vardı. Bu olayda Peygamberimiz, yüce Rabbinin bazı olağanüstü mucizelerini gözlemiş, kalbi çıplak ve örtüsüz gerçekle iletişim kurmuştu.
Buna göre olay “vahiy” olayıdır. Ortada çıplak gözle gerçekleşen bir gözlem, yanılgısız bir görme, kuşku içermeyen bir kesinlik, dolaysız bir iletişim, güçlü bir bilgi, somut bir yoldaşlık, tüm ayrıntıları ve aşamaları ile gerçekleşmiş bir yolculuk vardır.
Ey müşrikler, işte “arkadaşınız” Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- size yönelttiği çağrı bu “kesinlik” temeline dayanıyor. Durum böyleyken, siz O’nun bu çağrısını reddediyor, yalanlıyorsunuz; O’na inen vahyin doğruluğundan kuşku duyuyorsunuz.
Miracı sahih hadisler aracılığıyla Resulullah’dan (sallallahu aleyhi ve sellem) öğrenelim:
(5568)- Hz. Enes (radıyallahu anh) Malik İbnu Sa’saa’dan (radıyallahu anh) naklen anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara, miraca götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki,
“Ben Ka’be’nin avlusundan Hatim kısmında (belki de Hıcr’da demişti) yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kastetti. Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril Aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
“Gelen kim?” denildi.
“Cibril!” dedi.
“Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)!” dedi.
“O’na Miraç daveti gönderildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!” denildi.
Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem Aleyhisselam’ı gördüm.
“Bu babanız Adem’dir! Selam ver O’na!” denildi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana:
“Salih evlat hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!” dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.
“Bu gelen kim?” denildi
.”Ben Cibril’im!” dedi.”
Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed!” dedi.
“O’na Miraç daveti gönderildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa Aleyhimüsselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz Cebrail:
“Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa’dır, onlara selam ver!” dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra:
“Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber” dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.
“Bu gelen kim?” denildi.
“Cibril’im!” dedi.
“Yanındaki kim?” denildi.
“Muhammed’dir!” dedi.
“O’na Miraç daveti gitti mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf Aleyhisselam’la karşılaştık. Cebrail:
“Bu Yusuf’tur! O’na selam ver!” dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra:
“Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!” dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.
“Bu gelen kim?” denildi.
“Cibril’im!” dedi.
“Beraberindeki kim?” denildi
“Muhammed!” dedi.
“Ona Miraç davetiyesi indi mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hz. İdris Aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail:
“Bu İdris’tir, O’na selam ver!” dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra bana:
“Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.
“Kim bu gelen?” denildi.
“Ben Cibril’im!” dedi.
“Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed!” dedi.
“O’na Miraç daveti indirildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. Kapı açıldı. İçeri girince, Harun Aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail Aleyhisselam:
“Bu Harun Aleyhisselam’dır. O’na selam ver!” dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve:
“Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı.
“Bu gelen kim?” denildi.
“Ben Cibril!” dedi.
“Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed!” dedi.
“O’na Miraç daveti indirildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi.
“Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. İçeri girince, Hz. İbrahim Aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail:
“Bu baban İbrahim’dir, O’na selam ver!” dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra:
“Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!” dedi
Sonra Sidretü’l-Münteha’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail Aleyhisselam bana:
“İşte bu Sidretü’l-Münteha’dır!” dedi.
Burada dört nehir vardır: İkisi batınî nehir, ikisi zahirî nehir.
“Bunlar nedir, ey Cibril?” diye sordum. Hz. Cebrail:
“Şu iki batınî nehir cennetin iki nehridir. Zahirî olanların biri Nil, diğeri Fırat’tır!” dedi. Sonra bana el-Beytü’l-Ma’mur yükseltildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben sütü aldım. Cebrail Aleyhisselam:
“Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!” dedi.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devamla dedi ki:
“Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa Aleyhisselam’a uğradım. Bana:
“Ne ile emrolundun?” dedi.
“Gece ve gündüzde elli vakit namazla!” dedim.
“Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Benî İsrail’e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!” dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim), (Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa Aleyhisselam’a tekrar uğradım. Yine:
“Ne ile emrolundun?” dedi.
“Benden on vakit namazı kaldırdı!” dedim.
“Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!” dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa Aleyhisselam’a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunana kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa’ya uğradım. Yine:
“Ne ile emrolundun?” dedi.
“Her gün beş vakit namazla!” dedim.
“Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!” dedi.”
Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah’ın emrine teslim oluyorum!” dedim. Musa Aleyhisselam’ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: “Farzını kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!”
Bir rivayette şu ziyade geldi:
“Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!”[1]
(Sahihi Buhari Namaz Bölümü /KİTÂBU’S-SALÂT Kütübüs Sitte 2075. hadis Zühd bölümü)
Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: (Miraç sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı.” (Buhârî, Rikâk 51, Müslim, Zühd 93, (2736).)
Miraç kandilinin kutlanılması hakkında görüş farklılıkları ve ihtilaflar vardır, ayrıca Tahiyyat duası hakkında verilen bilginin miraç gecesine dayandırılması konusunun aslını da öğrenerek bu bahsimizi noktalayalım.
Ettahiyyatu birçok kişinin dediği gibi miraçta Allah (Celle Celalu) ile Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) arasında geçen bir diyalog mudur yoksa sadece bir dua mıdır? Diyalog olduğuna dair olan hadis, sahih midir?
Bu kanaat, bazı kitaplarda vardır. Hadis ilmi açısından itibar edilebilecek bir bilgi değildir. Bu konuda sahih ve sarih bir hadis yoktur.
Kadir gecesi dışında, ‘gece’ olarak ihya edilmesi, kat’i naslarla sabit ve sarih bir gecenin olmadığı doğrudur. Dilimizde kandil geceleri olarak bilinen geceler, dolaylı yollarla toplanmış delillerle yaşatılmaktadır. Bu hususta şu notları tutabiliriz:
1- Kadir gecesi açık ve sabit delillerle ihya edilmesi istenen bir gecedir. Ancak, kadir gecesinin ihyası bizim abarttığımız şekilde değildir. Gecelerin nasıl ihya edileceği konusunda bir abartı olduğunu söyleyebiliriz. Bu abartı aslında, yirmi yedinci gece diretmesinde de vardır.
2- Diğer gecelerin de Kadir gecesi gibi ihya edilmesi konusundaki teşvik, çok eskilere dayanmaktadır. Ama ilk üç nesilden ciddi bir bilgi akımı yoktur. Şu kadar ki, dış görünüş itibarı ile bu gecelerin canlı tutulmasında dinî motifler açısından yarar vardır. ‘Bari bir kaç geceyi gafletten kurtarma’ düşüncesi, o geceler üzerinde yoğunlaşan vaizler ve davetçilerin temel düşüncesidir. Bir de, faziletler ve nafileler konusunda zayıf hadislerle de amel etme ruhsatı bunu teşvik etmektedir. Son zamanlarda: ‘Bırakın insanlar bir iki gece kötülükten uzak kalsın.’ tarzında tezler öne sürülmektedir. Öbür taraftan da, bid’atin nesinde hayır olacak ki’ diyenlerin de kendilerine göre kuvvetli tutanakları vardır.
3- Mesela, miraç gecesinin ihya edilmesine dair bir delil açık olarak yoktur. Buna rağmen miraç gecesi neredeyse Kadir gecesi gibi algılanabilmektedir. Ama Kudüs davası, Mescid-i Aksa orada durmakta ve hiçbir miraç gecesi onu geri getirememektedir. Bir çelişki içinde olduğumuz aşikârdır.
4- Bu ve benzeri konular, tartışılmasında Müslümanların hayrı olmayan konulardır. İki taraf da birbirini asırlardan beri ikna edememiştir. Sadece Müslümanlar arasında gereksiz kin ve uzaklaşma sebebi olmaktadır. İyi niyetle yapıldığına inandığımıza göre birbirimize müdahale etmemeliyiz. Herkes, doğru bildiğini diğer mü’min kardeşini rencide etmeden yaşamalıdır.
Müslüman, ahireti veya dünyası için fayda getirecek işlere öncelik vermelidir. Kandil gecelerinin “konuşulma, tartışılma gündemi” yapılmasının ahirete olmadığı gibi dünyaya da bir faydası yoktur. Bu tür konularla meşgul olmamak gerekir.
Biz bunun ortasını şöyle görmek istiyoruz:
Yılda birkaç geceyi ihya ederek Müslüman olmanın gereğini hallettiğini zanneden gerçek bir aldanış içindedir.
Bu gecelerin bu şekilde heba edilmesine karşılık o geceleri yok kabul eden de ne yaptığını bilememiş sayılmalıdır.
Bari beş geceyi kurtarayım diyen birine ise söylenebilecek bir söz yoktur. Bari kandil gecelerini kurtarsın. Yılda beş gece fena bir kâr sayılmaz.
Ortadaki kör tartışmayı kendisine konu edinmeden mü’min olma yoluna hızla devam eden mü’min ise biiznillah en doğru olanı yapmaktadır. Zannımız böyledir.
Allah’tan sebat üzere bizi tutmasını niyaz ederiz.”
(Nureddin Yıldız)
Derleyen:
Sevgi Yağcıoğlu